Tanıma Davası, yurtdışı mahkemelerince verilmiş ve kesinleşmiş bir kararın ülkemizde uygulanabilir olmasına hizmet etmektedir. Bazı mahkeme kararlarının ülkemizde icra edilmesi gerekebilir. Yabancı mahkeme kararlarının icra edilebilir olması ise tenfiz davası ile mümkündür. Para alacakları için yurtdışında verilmiş mahkeme kararları kesinleştikten sonra, ilgili alacağın tahsili için ülkemizde tenfiz davası açılması şarttır lakin borçlu iflas etmiş ise iflas masasına kayıt için tanıma kararı yeterli olacaktır.

İflas masasına kayıt işlemi borcun tahsiline gerekçe oluşturmaz. Bu nedenle alacağın tahsili için ilgili yabancı ilamın Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (MÖHUK) kapsamında tenfiz şartlarını karşılamalı ve tenfiz kararı alınmalıdır. Tanıma davası ilgili alacağın ancak iflas masasına kaydı için yeterli olacak, borcun tahsiline hizmet etmeyecektir.

Yabancı mahkeme kararının kesin delil veya kesin hüküm etkisi göstermesi için ülkemiz mahkemelerince tanıma ve tenfiz kararı verilmelidir lakin hükümler etkisini yabancı mahkeme kararının kesinleşmesi ile gösterir. Yabancı mahkeme kararının kesin hüküm veya kesin delil etkisine dair detaylı yazımızı okuyabilirsiniz : Yabancı İlamın Kesin Hüküm veya Kesin Delil Etkisi

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2009/19-131 Esas, 2009/207 Karar, 27/05/2009 tarihli İlam :

ÖZETİ: Yabancı mahkeme kararına konu alacağın iflas masasına kaydedilmesi, alacağı hükme bağlayan yabancı mahkeme kararının tenfiz edilmesi anlamına gelmez. Başka bir ifadeyle, salt, hüküm altına aldığı alacak iflas masasına kaydedilmekle, yabancı mahkeme ilamı Türkiye’de tenfiz edilmiş olmaz. Çünkü, bir alacağın iflas masasına kaydedilmesi, sadece ve ancak, İcra ve İflas Kanunu’nun öngördüğü prosedür çerçevesinde gerçekleşecek olan işlemlerin yürütülebilmesi için gereken adımlardan sadece birini oluşturur ve bu adım, alacağın tahsili sonucunun gerçekleşmesi için tek başına yeterli değildir. Dolayısıyla, tanıma kararıyla alacağın tahsili değil, yalnızca alacağın masaya kaydı sağlanır; tanınan yabancı mahkeme kararı bu kayıt işleminin dayanağını oluşturur. Böylesi bir sonucun elde edilmesi için ise, direnme kararında ileri sürülenin tersine, tenfiz kararı alınması zorunlu değildir.

Bu açıklamalara göre, somut olayda davacının, yabancı mahkeme kararlarının tanınması suretiyle alacağın iflas masasına kaydedilmesi yönündeki isteği hukuka uygundur. Yerel Mahkemece yapılması gereken, olayda tanıma koşullarının gerçekleşmiş olup, olmadığını araştırıp; ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermekten ibarettir.

Taraflar arasındaki “kayıt kabul” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 9.Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.12.2004 gün ve 2004/452-128 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 22.09.2005 gün ve 2005/3317-8958 sayılı ilamı ile;

( … Davacı vekili müvekkilinin alacağının İngiltere’de yargı kararına bağlandığını, bu kararın kesin delil olarak tanınarak 188.442.284.782,32 TL. alacaklarının iflas masasına kayıt ve kabulüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili davacı yanın söz konusu yabancı mahkeme ilamının tenfizi için ayrıca dava açtığını, iş bu davanın derdest sayılması gerektiğini; kaldı ki sözleşmenin Türkiye’de kurulduğunu, esas uyuşmazlığa Türk hukukunun uygulanması gerektiğini; tanıma ve tenfıze ilişkin de karşılıklılık bulunmadığını bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davacının dayandığı yabancı mahkeme kararının eda davası sonunda verildiği ve belirli bir paranın tahsili hükmünü içerdiği; bu kararın Türkiye’de infazının ancak tenfıze karar verilmekle mümkün olduğu, davacının ise yabancı ilamın içeriğine uygun düşmeyecek şekilde tanıma istediği, bu durumda tenfıze karar verilemeyeceği ve kayıt kabul kararı verilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı tarafından açılan kayıt kabul davasında alacağın İngiliz mahkeme kararı ile hükme bağlanarak kesinleştiğini, yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm şeklinde tanınarak talepleri doğrultusunda bir karar verilmesini istemiştir.

Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunu’nun 42 nci maddesi, “yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilamın tenfız şartlarını taşıdığının mahkemece tesbitine bağlıdır. Tanımada 38 nci maddenin ( a ) ve ( d ) bentleri uygulanmaz” hükmünü içermektedir.

Bu durumda mahkemece anılan hüküm doğrultusunda yabancı ilamın tenfız şartlarını taşıyıp taşımadığının ( anılan yasanın 38 nci maddesinin a ve d bentleri hariç ) araştırılarak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddinde isabet görülmemiştir… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; davacının, iflasına karar verilen davalıdan alacaklı olduğunu hükme bağlayan yabancı mahkeme kararlarının kesin delil olarak değerlendirilmesi ( tanınması ) suretiyle; kararlara konu alacağın iflas masasına alacak olarak kaydedilmesi istemine ilişkindir.

Yerel Mahkeme davanın reddine karar vermiş; bu karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire metni yukarıda bulunan ilamla bozulmuş; mahkeme gerekçesini tekrarlayarak ve genişleterek önceki kararında direnmiştir.

Tercüme edilmiş metinleri dosyaya sunulan ilam örneklerinden ve kesinleşme konusundaki açıklamaları içeren belgelerden; davacı tarafından davalı aleyhine İngiltere’de açılan dava sonucunda, Manchester Ticaret Mahkemesinin 30.05.2001 ve 23.07.2001 tarihli ilamlarıyla, davalının satın aldığı kumaşlar nedeniyle davacıya faiziyle birlikte belirli bir miktarda ödeme yapmaya mahkum edildiği anlaşılmaktadır.

Dosya kapsamına göre, davacı, önce bu ilamların tenfizi istemiyle 07.11.2002 tarihinde İstanbul Asliye 6. Ticaret Mahkemesi’nde dava açmış, o dava devam ederken İstanbul Asliye 7. Ticaret Mahkemesinin 20.06.2003 günlü kararıyla, davalı şirketin iflasına ve iflasın 20.06.2003 gününde açılmasına karar verilmiş ve hüküm 18.07.2003 günü kesinleşmiştir.

Davalının iflasına karar verilmesi üzerine, anılan tenfiz davası 08.04.2004 günlü oturumda takipsiz bırakılmış ve 15.07.2004 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili, İstanbul 3. İflas Müdürlüğüne 06.02.2004 tarihli dilekçeyle başvurarak, İngiltere’de alınan mahkeme kararları uyarınca iflas tarihi itibariyle müvekkilinin 188.442.284.782,32 TL. alacaklı olduğunu ileri sürmüş ve bu miktardaki alacağın iflas masasına kaydedilmesini istemiştir. İflas Masası, 06.02.2004 günü; tenfiz davasının devam etmekte olduğu ve henüz alacağın kesinleşmediği gerekçesiyle, kaydettirilen 188.442.284.782,32 TL. alacağın tamamının reddine karar vermiştir.

Bu ret kararı üzerine açılan eldeki davada, davacının, iflasına karar verilen davalıdan alacaklı olduğunu hükme bağlayan yabancı mahkeme kararlarının kesin delil olarak değerlendirilmesi ( tanınması ) suretiyle; kararlara konu alacağın iflas masasına alacak olarak kaydedilmesi istenilmiştir.

Yerel Mahkemenin bozulan önceki kararının ve ona ilişkin bozma ilamının tarihinde yürürlükte bulunan 2675 Sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 38. maddesinde tenfizin, 42. maddesinde de tanımanın koşulları düzenlenmiş; sonradan yürürlüğe giren ve anılan Kanunu yürürlükten kaldıran 27.11.2007 gün ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un tenfiz şartlarına ilişkin 54. ve tanımayı düzenleyen 58. maddelerinde de paralel nitelikte hükümlere yer verilmiştir.

Anılan her iki kanundaki düzenlemelere göre, tanıma; yabancı mahkemelerden verilmiş kararların Türkiye’de kesin hüküm veya kesin delil olarak kabulünü sağlayan bir hukuksal yoldur.

Tenfizden farklı olarak, tanıma, yabancı mahkeme kararının Türkiye’de -bir Türk Mahkemesi kararı gibi- infazına değil; sadece, ilişkin bulunduğu olgu ve uyuşmazlık bakımından kesin delil veya kesin hüküm olarak kabulüne olanak verir. Tenfiz veya tanıma şartlarını taşımayan bir yabancı mahkeme kararının, bazı hallerde takdiri delil olarak değerlendirilmesi dahi olanaklıdır.

Yukarıda da belirtildiği gibi; somut olayda, davacı önce yabancı mahkeme kararlarının tenfizi istemiyle Türkiye’de tenfiz davası açmış, yargılama sürerken davalının iflasına karar verilmesi üzerine, tenfiz davasını takipsiz bırakarak, yabancı mahkeme kararlarına konu alacağın iflas masasına kaydedilmesini istemiş, istemi reddedilince de eldeki davayı açarak, yabancı mahkeme kararlarının alacak konusunda kesin delil olarak tanınmasını, buna bağlı olarak da, kararlara konu alacağın iflas masasına kaydını istemiştir.

Belirtilmelidir ki; yabancı mahkeme kararına konu alacağın iflas masasına kaydedilmesi, alacağı hükme bağlayan yabancı mahkeme kararının tenfiz edilmesi anlamına gelmez. Başka bir ifadeyle, salt, hüküm altına aldığı alacak iflas masasına kaydedilmekle, yabancı mahkeme ilamı Türkiye’de tenfiz edilmiş olmaz. Çünkü, bir alacağın iflas masasına kaydedilmesi, sadece ve ancak, İcra ve İflas Kanunu’nun öngördüğü prosedür çerçevesinde gerçekleşecek olan işlemlerin yürütülebilmesi için gereken adımlardan sadece birini oluşturur ve bu adım, alacağın tahsili sonucunun gerçekleşmesi için tek başına yeterli değildir. Dolayısıyla, tanıma kararıyla alacağın tahsili ( yabancı mahkeme kararının infaz edilmesi ) değil, yalnızca alacağın masaya kaydı sağlanır; tanınan yabancı mahkeme kararı bu kayıt işleminin dayanağını oluşturur.

Böylesi bir sonucun elde edilmesi için ise, direnme kararında ileri sürülenin tersine, tenfiz kararı alınması zorunlu değildir.

Bu açıklamalara göre, somut olayda davacının, yabancı mahkeme kararlarının tanınması suretiyle alacağın iflas masasına kaydedilmesi yönündeki isteği hukuka uygundur. Yerel Mahkemece yapılması gereken, olayda tanıma koşullarının gerçekleşmiş olup, olmadığını araştırıp; ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermekten ibarettir.

Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece, gerekçesi ve sonucu itibariyle aynı yöne işaret eden Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 27.05.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.