Hizmet tespit davası, sigorta bilgileri hatalı veya eksik olan veya sigorta kaydı hiç olmayan çalışanların bu hususu gidermek amaçlı açtıkları davadır. Hizmet tespit davasının yasal dayanağı Mülga 506 Sayılı Kanun ile 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu‘dur. Hizmet tespit davası açmak isteyen işçi, sigorta bilgilerinin hatalı veya eksik olduğu iddiasıyla çalıştığı iş yerinden ayrıldığı tarihten itibaren(yıl sonu tarihini takiben) 5 yıl içerisinde bu davayı açmalıdır. Bu süre içerisinde açılmayan hizmet tespit davası hak düşürücü süreye uyulmadığından ötürü reddedilecektir.

Hizmet Tespit Davasının Dava Türü Nedir?

Hukukumuzda davalar üç ana başlığa ayrılmıştır ; eda davası, tespit davası ve inşai dava. Tespit davaları bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkindir ve hukuki ilişkileri konu edinir. İşçi ve işveren arasındaki ilişki de hukuki ilişki olup hizmet tespit davaları da tespit davası kategorisindedir. Bu nedenle yargılama usulü buna göre şekil alır.

Hizmet tespit davasının eda davası olan işçi alacağı için açılan alacak davası ile birlikte açılıp açılmayacağı ile ilgili yazımıza buradan ulaşabilirsiniz : Hizmet tespit davası ve alacak davası birlikte açılır mı?

Hizmet Tespit Davasında Dava Açma Süresi – Hak Düşürücü Süre – Zamanaşımı

Sigortalılığın tespitini isteyen işçiler, aleyhine dava açacakları işverene ait işyerinden ayrıldıktan sonraki 5 yıl içerisinde hizmet tespit davası açmalıdır. İş yerinden ayrılan işçinin ayrıldığı tarihi takip eden yıl sonunu takip eden 5 yıl içerisinde bu dava açılmalıdır. Bu süre hak düşürücü süredir lakin bir işçinin işe giriş bildirgesi kuruma bildirilmiş ise 5 yıllık hak düşürücü süreden bahsedilmeyecektir. İlgili yazımızı okuyabilirsiniz : Hizmet Tespit Davasında Hak Düşürücü Süre

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2015/4588 Esas 2015/21120 Karar

Hizmet tespit davasının hukuki mahiyeti ile ilgili Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin kararını paylaşmaktayız :

Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hizmet tespiti davasının ve bu dava sonucunda verilen kararın hukuksal niteliğinin belirlenmesinde, zorunluluk bulunmaktadır.

Bilindiği üzere, mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar; eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak adlandırılmaktadır.

Eda davalarında bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken inşai (yenilik doğuran) davalar ile var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.

Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesidir.

Tespit davasında sadece tespit hükmü verilebilir ve tespit hükmü kesin hüküm ve kesin delil teşkil eder.

Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir; diğer bir anlatım ile, davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu kesin olarak hükme bağlanır.

Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin bulunması gerekir.

Tespit davasında, eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Bu davada davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır. Hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatin varlığının tespiti için, öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir.

Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar. Tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır.

Mülga 506 sayılı Kanunun 79 ve 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun 86. maddelerin de sigortalıların hizmetlerinin tespitine ilişkin olarak dava açılabileceği açıkça ve özel olarak düzenlenmiştir.

Anılan hükümlere göre, yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, hizmet akdi ile çalıştıklarının tespiti için dava açabilirler. Tespit davalarına ilişkin genel koşulların bu davalarda da aranacağı kuşkusuzdur. Dahası, sigortalının bu davalar bakımından hukuksal yararı, bizzat yasa koyucu tarafından açıkça kanun hükmü ile saptanmış ve anılan maddelerde tespit davası hukuksal bir yol olarak açıkça kabul edilmiştir.

Öte yandan, 506 sayılı Kanunun 6. maddesi uyarınca çalıştırılanlar, işe alınmalarıyla kendiliğinden sigortalı olurlar; çalıştırılanların bu niteliği kazanmaları için herhangi bir işlemin gerçekleştirilmiş bulunmasında zorunluluk yoktur. Ne var ki bazı sigortalılık haklarının doğumu, belli gün sayıda prim ödemesi koşuluna bağlıdır. Şayet işveren 506 sayılı Kanunun 79. maddesinde belirtilen belgeleri belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde düzenlemez ve Kuruma göndermezse, sigortalının prim gün sayısının etkili bulunduğu sosyal sigorta yardımlarından yararlanamama olasılığı bulunmaktadır. 506 sayılı Kanunun 79. maddesi bu duruma karşı bir önlem olarak sigortalıya prim gün sayılarının belli edilmesi amacına yönelik olmak üzere eski hizmetlerini mahkeme yolu ile tespit ettirme imkanı tanımaktadır.

Böylece sigortalı, mahkemeden alacağı ilamda belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayılarını sosyal sigorta haklarının doğumunda ve hesaplanmalarında saydırma olanağı bulmakta ve anılan belgelerin zamanında verilmesi halinde nasıl bir halde olacaksa böyle bir hukuksal duruma kavuşmaktadır. Bu tür davalar hukukça, bir olumlu tespit davasıdır; yoksa, inşai (yenilik yaratıcı) dava değildir. Zira mahkeme esasen var olan hukuksal durumu ortaya çıkarmaktadır (M. Çenberci, Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi,1977, s. 627).

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında olumlu hizmet tespiti davaları ve kararlarının niteliği değerlendirildiğinde; hizmet tespiti davalarında aslında geçmişte var olan ancak kayıtlara girmemiş hizmetlerin tespiti istenmektedir. Yargılama sonunda verilen tespit kararı ile çalıştırılanların işe alınmalarıyla kendiliğinden doğan ve gerçekte var olan hizmet akdi ilişkisinin varlığının tespitine karar verilmekte, yeni bir hukuksal durum yaratılmamaktadır.

Öte yandan, tespitine karar verilen süreler hizmetin geçtiği yıla maledilerek, Kurum kayıtlarına yine hizmetin ait olduğu yıl itibariyle geçecektir. Verilecek tespit hükmü ile varolmayan bir hizmet akdinin kurulması söz konusu olmayıp, varolan ancak kayıtlara geçmemiş bir çalışma ait olduğu yılda kayıtlara usulüne uygun olarak bildirilmiş gibi işlem görecek, kayıtlara geçmemiş süre ile çalışma tarihindeki durum saptanarak hukuksallaştırılacaktır. Zira hizmet akdine dayalı olarak 506 sayılı Kanun kapsamındaki çalışmaların hukuksal sonuçları, çalışmanın geçtiği anda doğmuştur. Bu nedenle hizmet akdi ile çalışmanın sigortalılık hakları yönünden doğurduğu sonuçlar hizmet tespiti davasının kesinleştiği tarihte değil, hizmet akdi ile çalışma anı itibariyle doğmaktadır.

Bu değerlendirmenin doğal sonucu olarak, hizmet akdi ile tespitine karar verilen süreler, tespit kararının kesinleşme tarihine bakılmaksızın, sigortalının yaşlılık aylığı talebi açısından tespitine karar verilen çalışmanın gerçekleştiği tarih itibariyle sigorta hukuku açısından sonuçlarını doğurmaktadır. Aksinin kabulü, sigortalının görev veya yetkisinde olmayan prim belgelerinin Kuruma verilmesi veya Kurumun denetim yükümünün ihlalinin sigortalı aleyhine sonuç doğurmasına neden olacaktır. Aynı açıklamalar 506 sayılı Kanun kapsamında isteğe bağlı sigortalılığının tespiti davaları için de geçerlidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.09.201tarih, 2011/475 Esas ve 2011/560 Karar sayılı ilamında da bu ilkeler benimsenmiştir.

Bu kapsamda, sigortalıya yaşlılık sigortası kolundan aylık bağlanabilmesi için aranan prim gün sayısına, hizmet tespitine ilişkin dava sonucunda tespitine karar verilen süre ile ulaşılması halinde hizmetin ait olduğu yılda geçtiğinin kabulü ile sigortalının 07.07.2009 yaşlılık aylığı talep tarihi itibariyle yaşlılık aylığına hak kazanıp kazanmadığı belirlenerek aylık başlangıç tarihi yönünden sigortalının yaşlılık aylığı tahsis talep tarihi esas alınmalıdır.

Mahkemece, açıklanan tüm bu maddi ve hukuki olgulara göre değerlendirme yapılması gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

S O N U Ç : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 01.12.2015 gününde oybirliği ile karar verildi .