İştirak nafakası, tarafların müşterek çocuklarının velayetlerinin bir ebeveyne verildiği hallerde diğer ebeveynin müşterek çocuğun giderlerine katılmak için ödediği bedeldir. Boşanma sonrasında velayet hakkı sahibi olan kişi çocuğun giderlerini tek başına üstlenecektir. Bu nedenle diğer eşin çocuğun giderlerine katılması gerekir. Peki yurtdışında yaşayan kişiler iştirak nafakası ile ilgili kurulan hükümleri MÖHUK kapsamında Türkiye’de tanıma ve tenfiz davasına konu edebilirler mi?

Tanıma ve tenfiz davası yurtdışında verilmiş mahkeme kararlarının ülkemizde uygulanabilirliği ve icra edilebilirliğine hizmet eden davalardır. Yurtdışı mahkemelerince verilmiş hükümler şartlarını taşıması halinde kesin delil niteliği taşırlar. Bu noktada başvurucu kişiler, iştirak nafakası için tanıma ve tenfiz davası açabilecekleri gibi doğrudan iştirak nafakası davası açıp yurtdışı mahkemelerince verilmiş kararı delil olarak kullanabilecektir.

Kanaatimce tanıma ve tenfiz davası açılması daha sağlıklı olacaktır. Yargıtay 3. Dairesi vermiş olduğu bir kararında yurtdışında verilmiş bir iştirak nafakası kararı olmasına rağmen tanıma ve tenfiz davası açılmaksızın doğrudan açılan iştirak nafakası talepli davada yurtdışı mahkemesince verilmiş karar önemsenmeksizin hüküm kurulmasını bozma sebebi yapmıştır :

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2014/1472 Esas, 2014/2351 Karar, 18/02/2015 tarihli ilam.

ÖZETİ: Her ne kadar, mahkemece; tarafların müşterek çocuğu M.K. için İsviçre Mahkemesi nafaka yönünden hüküm kurulduğu ve kesinleştiği için tekrar nafakaya hükmedilmesi gerek olmadığından bahisle, açılan iştirak nafakası davasının reddi cihetine gidilmiş ise de; İsviçre Mahkemesinde müşterek çocuk için hükmedilen ve kesinleşen nafakanın Türk Mahkemelerinde, tanıma ve tenfizi yapılmadığı sürece, İsviçre Mahkemelerinde hüküm kurulmuş ve kesinleşen bu nafaka miktarı ancak delil niteliğinde değerlendirilip hükmedilecek nafakanın miktarında etkili olabileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir. O halde mahkemece; İsviçre Mahkemelerinde kesinleşen nafaka miktarı da göz önüne alınarak müşterek çocuğun yaşı, ihtiyaçları ve davalının geliri ile orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir iştirak nafakasına karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların müşterek çocukları olan 11.05.2004 doğumlu M.K. B. için dava tarihinden itibaren aylık 500 TL iştirak nafakasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece; kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karar dairemizin 31.10.2012 tarih 2012/18438 E.- 2012/22326 K.sayılı kararıyla “6100 sayılı HMK’nun 27.maddesinde davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgililerinin kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunması, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerdiği açıklanmıştır.

Açıklanan madde hükmü uyarınca; yargılamanın sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için öncelikle tarafların yargılamadan haberdar edilerek duruşmaya çağırılması, diğer bir anlatımla taraf teşkilinin sağlanması gerekir. Bu da çıkarılacak davetiyenin Tebligat Kanunu hükümlerine uygun olarak tebliği ile mümkündür.

Dava dilekçesi davalıya ilanen tebliğ olunmuştur. 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 28 vd. maddelerinde ilanen tebliği usulü açıklanmıştır. İlanen tebliğe karar verilmesi için ilgilinin adresinin meçhul olması gerekir.

Somut olayda mahkemece; davacının talebi doğrultusunda davalının yurtiçi adresi araştırmış, adresin tespit edilememesi üzerine başkaca bir adres araştırılması yapılmaksızın ilanen tebligat yoluna gidilmiştir. İlanen tebligat en son başvurulacak bir çaredir, o nedenle adres araştırmasının titizlik ve kararlılıkla yapılması zorunluluğu açıktır. Davacı vekili dava dilekçesinde davalının İsviçre’de ikamet ettiğini ifade etmiştir.

Davalının mahkemece Zabıta araştırması sonucu adresi bulunamadığından ilanen tebliğe karar verilmiştir. Davalının, İsviçre’deki adresinin ülke konsolosluğundan yada adresi bilebilecek resmi kurumlardan yeterli adres araştırması yapılmadan, davalıya dava dilekçesinin ilanen tebliğinin usule uygun olmadığı açıktır.

Bu bağlamda; davalının adresi yeterince araştırılmadan davalı duruşmaya çağırılmadan, eş anlatımca; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasasının 36.maddesi ile HUMK’nun 73, 6100 sayılı HMK 27 ve A.İ.H. Sözleşmesinin 6.maddelerinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe ve Hukuki Dinlenilme Hakkı’nın kullanılmasına imkan verilmeden hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır, aksi halde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Prof. Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı Cilt II sh.1876 vd).

Taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece re’sen dikkat edilmesi gereken bir olgudur ve mahkemenin, bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun amir hükmü gereğidir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkemece; bozmaya uyularak tekrar yapılan yargılama sonunda taraf teşkili sağlanarak müşterek çocuk, M.K. için İsviçre Mahkemelerinde nafaka yönünden hüküm kurulduğu ve kesinleştiğinden bahisle; davacının yabancı mahkemede verilen kararın tanınması ya da tenfizi isteme hakkını kullanma yerine davalının nafaka yükümlülüğünü yerine getirmediği iddiası ile dava açma yolunu seçmesinin yerinde görülmediğinden davanın reddi cihetine gidilmiştir.

Hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Her ne kadar, mahkemece; tarafların müşterek çocuğu M.K. için İsviçre Mahkemesi nafaka yönünden hüküm kurulduğu ve kesinleştiği için tekrar nafakaya hükmedilmesi gerek olmadığından bahisle, açılan iştirak nafakası davasının reddi cihetine gidilmiş ise de; İsviçre Mahkemesinde müşterek çocuk için hükmedilen ve kesinleşen nafakanın Türk Mahkemelerinde, tanıma ve tenfizi yapılmadığı sürece, İsviçre Mahkemelerinde hüküm kurulmuş ve kesinleşen bu nafaka miktarı ancak delil niteliğinde değerlendirilip hükmedilecek nafakanın miktarında etkili olabileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

O halde mahkemece; İsviçre Mahkemelerinde kesinleşen nafaka miktarıda gözönüne alınarak müşterek çocuğun yaşı, ihtiyaçları ve davalının geliri ile orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir iştirak nafakasına karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 18.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.